
Le Monde’a göre, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çok kutuplu dünya vizyonu ve “transactionnel” yani al-ver esasına dayalı diplomasisi, Türkiye’nin temel ulusal çıkarlarını ilerletmekte yetersiz kalıyor. PKK’nın silahlı mücadeleyi bırakması ve Hindistan-Pakistan krizindeki arabuluculuk gibi önemli gelişmelere rağmen, Türkiye’nin bölgesel ve uluslararası düzeydeki etkisi, somut kazanımlar getirmekte zorlanıyor.
İstanbul’da 16 Mayıs’ta düzenlenen Rusya-Ukrayna zirvesi, Erdoğan için büyük bir diplomatik vitrin olacaktı. Ancak Putin’in gelmemesi ve görüşmelerin sonuçsuz kalması bu hedefi gölgede bıraktı. Erdoğan’ın yıllardır sürdürdüğü “Moskova ile bozmadan Kiev’i destekleme” çizgisi artık sınırlarına ulaşmış görünüyor.
Türkiye’nin NATO üyeliği devam ederken aynı anda BRICS ve Şanghay İşbirliği Örgütü gibi platformlarla yakınlık kurması, Ankara’nın konumunu netleştirmekte zorlanmasına yol açıyor. Bu karma diplomasi tarzı, S-400 alımı sonrası F-35 programından çıkarılması ve Doğu Akdeniz Gaz Forumu’ndan dışlanması gibi bedellerle sonuçlandı.
AB ile 2016 yılında imzalanan göç anlaşması, Türkiye’nin Suriyeli göçmenleri tutma karşılığında mali destek almasını sağlarken, demokratik normlardaki gerileme ise sessizce geçiştirildi. Gümrük Birliği’nin modernizasyonuna dair görüşmeler ise 10 yıldır ilerleme kaydedemedi. Enerji bağımlılığı ve düşük yabancı yatırım seviyeleri Türkiye’nin kırılgan ekonomik pozisyonunu sürdürüyor.
İçeride ise Erdoğan’ın otoriter eğilimleri giderek belirginleşiyor. Mart ayında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve en güçlü siyasi rakibi Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması, kamuoyundaki destek erimesine verilen bir yanıt olarak değerlendiriliyor.
Tüm bu gelişmelere rağmen Erdoğan, Washington, Moskova ve Kiev’de dostlar edinmiş durumda. Ancak Avrupa’da, özellikle demokratik değerler konusundaki sessizlik daha ne kadar sürecek sorusu giderek daha yüksek sesle soruluyor.